
Durup bir düşünelim; Filistin’in bugüne gelmesinin sebebi nedir diye. Ya da daha doğru söylemle “Filistin nasıl bu hale geldi?”
İsrail’in kalleş politikasını ve kindar zulmünü bir kenara koyup tarihsel süreçte düşünelim ve soralım: Osmanlı yıkılmasa idi Gazze bu durumda olur muydu?
Filistin Osmanlı toprağı değil miydi? Evet, öyleydi. Ta ki Yahudi göz dikene kadar. Yüzümüzü tarihe dönelim. Bakalım tozlu sayfaların arasından neler çıkacak?
19. yüzyılın sonuna doğru Viyana’da “Nueie Presse” adıyla bir gazete yayınlanıyordu. Gazetenin Paris muhabiri olan Teodor Herzi, batıdaki nüfuzlu Yahudi ailelerin durumunu incelemişti. Araştırmasının sonucunda Yahudilerin Filistin’e dönmek için yeterli güce sahip olduklarına kanaat getirdi. Ancak önce fikri yaymak gerekiyordu.
Herzi, fikirlerini duyurmak için önce “Der Juden Stat” yani “Yahudi Devleti” ismiyle Almanca bir kitap yayınladı. 1897 yılında ise İsviçre’nin Basel şehrinde bir Yahudi Kongresi topladı. Bu, Yahudilerin Filistin’e dönme hareketini ifade eden siyonizmin ilk kongresidir.
Ancak bu kongre Yahudi zenginlerinden yeterince destek görmemişti. Bunun üzerine Herzi bir plan yaptı. Destek almak için o gün dünyanın da Yahudilerin de en zengini olan Rothschild ailesini seçti. Birtakım kanunsuz işlerini ifşa edeceği konusunda ona şantaj yaptı. Bu pek işe yaramayınca da dünyada bir Yahudi Devleti olsa, orada emniyet içinde yaşayabileceğini anlatarak onu ikna etti.
Peki, ama bu nasıl olacaktı? Plan, Osmanlı Devleti’nin dış borçlarının ödenmesi karşılığında isteyen her Yahudi’nin Filistin’e yerleşmesine müsaade edilmesi idi.
Herzi, bu maksatla birkaç defa İstanbul’a geldi ve Sultan Abdülhamid Han ile görüştü. Ancak, bir netice alamadı. Sultan Abdülhamid “Ecdadımın kan dökerek aldığı toprakları benden para mukabili satmamı mı bekliyorsunuz?” diyerek Herzi’yi huzurundan kovdu.
Bu olay içeride ve dışarıda Abdülhamid’e karşı karalama kampanyasının başlatılmasının sebebidir. Çünkü Yahudiler, Abdülhamid’i bertaraf etmedikçe emellerine ulaşamayacaklarını anlamışlardı.
Abdülhamid Han, Filistin’i Yahudilere satmaya razı olmayınca başka planlar yapıldı. Bunun üzerine Filistin’de bazı Arapları satın aldılar ve onlar vasıtasıyla arsa ofisleri kurdular. İsteyen herkesin arazisini bedelini peşin ve kat kat fazlasıyla ödeyerek satın almaya hazır bulunduklarına dair ilanlar dağıttılar. Alıcılar Arap göründüğü için buradaki hileyi kimse sezmedi. Araplar arsalarını satmak için kuyrukta birbirleriyle kavga ediyorlardı. Arazisini satan gidip Beyrut’a, Mısır’a ve Şam’a yerleşiyordu.
Durumu haber alan Abdülhamid Han, oraya bir heyet gönderdi. Bu heyet, oynanan oyunu halka izah etti ve bu arazilerin Yahudiler için toplandığı gerçeğini ifşa etti. Hala arazilerini satmak isteyenler varsa bunları Sultanın şahsi servetiyle alacaklarını söyleyerek Yahudi hareketine engel oldular.Abdülhamid Han’ın, Filistin Çiflikat-ı Şahanesi adıyla bilinen arazileri ve çiftlikleri böyle oluşmuştur.
Bir müddet sonra Yahudi güdümlü İttihatçılar Abdülhamid’i tahttan indirince bu toprakları millileştirdiler. Böyle yapmasalardı, o topraklar kaybedildiği takdirde bile şahsi mülkiyet hakkı uluslar arası hukuk kurallarına göre baki kalacaktı.
Abdülhamid Han’ın tüm çabalarına rağmen Filistin toprakları Yahudilerin güdümüne girdi. Bugün oradaki halk eziyet ve cefa içinde yaşıyor. Bu insanlar bir zamanlar bizim tebaamızdı. Diğer Arap ülkeler de öyleydi. Ancak Batılı güçlerin oyununa gelerek Irkçılık ceyranına kapılıp Osmanlı’dan koptular. Ve bu Arap devletleri, bugün kendi soydaşlarına yapılan zulme karşı sesiz kalıyorlar. Filistin’e sahip çıkan yine sadece Türkiye oluyor. Bu yaklaşım tarzı, bizim Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi olduğumuzun bir kanıtıdır.
Bir zamanlar bizim tebaamız olan bir toplumu hala koruma kollama çabasında oluşumuz, hala imparatorluk bilinciyle hareket ettiğimizi gösterir. Bu sadece bizim tebaamız olan bir ülke olmasıyla da alakalı değildir.
Nitekim Endülüs İslam Devleti yıkıldığında oradaki Müslüman ve Yahudi halka eziyet edildiğini görünce, Osmanlı Müslümanların yanında Yahudilere de kucak açmıştır. Bunun sebebi, Türklerin tasavvufi yaşam tarzıyla ahlaklanması ve yaratılmışı Yaradan’dan ötürü sevmeyi öğrenmiş olmasıdır.
Dolayısıyla bugün Filistin veya başka bir zulüm içerisindeki bir toplum; fark etmez. Türkiye, daima imparatorluk bilinciyle koruyucu vasfını öne çıkaracaktır.