
OT dergisi yazarlarından Erdem Aksakal, geçen ay yeni bir kitap çıkardı. Adı: “Mezeleri Güzel”. Beyaz yakalıların dünyasını anlatan çok keyifli, bir o kadar da eğlenceli bir kitap. Beyaz yakalının tanımı: Özel sektörde masa başı iş yapan, beyin emeğini satan, eğitim ortalaması yüksek bir güruh.
Erdem Aksakal da İTÜ'de mühendislik eğitimi görmüş, Boğaziçi Üniversitesi'nde yüksek lisansını tamamlamış ve şu anda yabancı bir şirkette yönetici olarak çalışan bir beyaz yakalı. Yani aslında bize içeriden sesleniyor. Egosunu bir kenara koyup, o dünyayı bu kadar açık ve net, bu kadar sansürsüzce ve samimiyetle aktarabilmiş olması gerçekten çok etkileyici. Çünkü EGO kör eder adamı.
Sen ona “Samimiyetsizsin!” dersin, O sana “Yok, benim içim dışım bir” der.
“Kibirlisin!” dersin, “Yok, kendimi seviyorum o yüzden” der.
“Kendini bir halt sanma, aslında sen maaşlı bir memursun!” dersin, “Yo yo yooo, ben müdürüm, direktörüm, sofistike ve eleganım” der.
Yazar, iğneyi ilk önce kendine sonrasında hepimize batırmış. Bu grubun sosyal bir olgu haline nasıl gelmeye başladığını, döner kapılı, aynalı ve resepsiyonlu plazalara girdikten sonra nasıl değişime uğradıklarını, işçi olmasına rağmen bu gerçeği reddeden ve kendisini patron sanan bu zümrenin davranış biçimlerini analiz etmiş. Beyaz yakalıları; hijyenikler, paradan bağımsızlar, Amerikan mandacıları, tekno tayfa, markacılar, tavsiyeciler, sınıfından bihaberler, ben buraya yanlışlıkla düştümcüler, müştericiler, tedarikçi övenler, telefoncular diye gruplara ayırmış, mutluluk kavramlarını sorgulamış. Gezi Parkı ile nasıl travma yaşadıklarını, bordroları ve kartvizitte yazan ünvanları ile hiçlik arasında nasıl gidip geldiklerini anlatmış.
İnsanoğlu, beyaz yakalı olsun olmasın, sever değerli ve özel hissetmeyi. Bazısının hayata geliş kontratıdır hatta. Unvan, lüks tüketim, marka ayakkabı çanta, mezeleri güzel restoranlarda hunharca para harcamak, bol yıldızlı tatil köylerinde ya da üç odalı lüks otellerde limitsizce tatil yapmak tatlı tatlı okşar insanın içini. Hatta ne yapsa yetmez, yine de ederini değerini besleyemez. Ego da bir yandan “E, hak ediyorsun tabii” deyip verir coşkuyu. Doğrudur, her insan en iyisini hak eder. Yeter ki iş burun kıvırmaya varmasın, yeter ki esnafı, el emeği ile ekmeğini kazananı hor görmeye başlamayasın. Yeter ki cümle içinde kullandığın İngilizce kelime sayısını arttırarak havalı durmaya çalışıp, özünü unutup oturduğun kaf dağından samimiyetini sorgulatmayasın.
Yazarın da dediği gibi; “Kötü çocuklar değiliz aslında, sadece bize verilen gazları kolayca yutuyoruz!”